1 Ekim 2011 Cumartesi

III. DÜNYA SAVAŞINA DOĞRU (2): İRAN’A KARŞI BİR SAVAŞIN ÇIKMASINDA İSRAİL’İN ROLÜ









Prof. Michel Chossudovsky



Bölüm II: Askeri Yol Haritası








İran’a yönlendirilmiş ileri teknoloji silahların yığınak yapılma ve konuşlandırılma sistemine 2003 yılında Irak üzerine bomba yağdırılıp işgal edildikten hemen sonra başlanmıştı. Daha ilk başından itibaren, NATO ve İsrail’in de katılmasıyla birlikte, bu savaş planları ABD tarafından yönetilmektedir.


Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesinden sonra, Bush Yönetimi “savaş eylem planının” gelecekteki etapları olarak İran ve Suriye’yi tespit etmişti. ABD askeri kaynakları, İran’a yönelik bir hava saldırısının “şok ve korku” adını verdikleri, 2003 yılı Mart ayında Irak’a yapılan ABD baskınına benzer savaş düzeni çapında bir saldırı olacağını ima etmişlerdir:


“ABD’nin İran’a yapacağı hava saldırıları, İsrail’in 1981 yılında Osirak/Irak (Bağdat’ın Güney-Batısı) nükleer reaktörüne yaptığı saldırıların çapından çok daha geniş bir saldırı olup, daha ziyade, 2003 yılında Irak’a yapılan ilk günlerdeki hava saldırı kampanyasına benzer bir faaliyet olacaktır.”





“Yakın Dönem İran Sahnesi”


ABD askeri planlama uzmanları, istihbarat uzmanları ve model tasarlayıcıları İran’a savaş açma senaryosu için gerekli olan verileri analiz ederlerken, İran’a yapacakları saldırıya,“Yakın Dönem İran Sahnesi” (Theater Iran Near Term) simülasyon faaliyetlerini yaparak bu ülkeye TIRANNT kod adını vermişlerdir. Söz konusu simülasyon faaliyetlerine 2003 yılında başlanmıştı.(William Arkin, Washington Post, 16 Nisan 2006)





Yukarıda anılan ABD uzman ve tasarlayıcıları, hazırlanan bu senaryolarda, İran’da binlerce hedef noktası tespit edip “şok ve korku” adını verdikleri bir yıldırım savaşı senaryosuna dâhil etmişlerdir.


TIRANNT kod adını verdikleri “ Yakın Dönem İran Sahnesi” analizi ABD Deniz Kuvvetlerince yapılacak bir istila ve İran tarafından yapılacağı varsayılan belirli bir sayıdaki misilleme harekatları simülasyon senaryosunun yanına ikiz bir senaryo olarak konulmuştur. Aynı zamanda, ABD ve İngiltere savaş planlama uzmanları Hazar Denizi üzerinde savaş oyunları düzenlemişlerdir. Bu oyunlarda, Bush Yönetimi ABD Stratejik Komutanlıklarına İran kitlesel imha silahlarına karşı küresel bir saldırı planı hazırlama talimatını vermiştir. Askeri kaynaklar tarafından, konu şimdilerde teyit edildiğinden, İran’a karşı bütün bu faaliyetlerin daha önceden tasarlanmış, “büyük savaş operasyonlarına” yönelik yeni bir savaş planını besledikleri anlaşılmaktadır.


TIRANNT faaliyeti çerçevesinde, ABD Komuta Merkezi ve askeri planlama uzmanları, büyük bir savaş ve askeri kuvvetlerin savaş düzeni alma seferberliği için gerekli her türlü özellikleri barındıran, savaş sonrası istikrar faaliyetlerinden rejim değişikliğine varan operasyonlara kadar, kısa vadede ve düşünülen periyodu izleyen yıllar için İran’a karşı bir savaş senaryosunu tasarlamışlardır.


İran’a karşı bir saldırıya ilişkin muhtelif “savaş senaryoları” düşünülmüştür: ABD Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri düzenlenen savaş planları dâhilinde hazırlıklar yapmış, “İran’ı kurtarma operasyonları” çerçevesinde, 4 yıllık bir sürede Üs’ler inşa edip talim görmüştür. ABD yeni Komuta Merkezi Şefi Amiral Fallon TIRANNT koduyla daha önce hazırlanmış olan planları devralmıştır (Yakın Dönem İran Sahnesi). 2004 yılında, TIRANNT kod adıyla ilk savaş senaryoları uygulamaya konulmuştur. Başkan Yardımcısı Dick Cheney ABD Stratejik Komutanlığına (USSTRATCOM), arka planında Tahran Yönetiminin olduğu varsayılan, ABD toprakları üzerinde 11 Eylül tarzı muhtemel başka bir terör saldırısına cevap niteliğinde uygulanabilinecek, İran’a karşı büyük çaplı bir askeri operasyonunun “acil eylem planını” kaleme alma talimatını vermiştir. Bu plan, nükleer silahlara sahip olmayan bir devlete karşı ön-alıcı nükleer silahların kullanılmasını ihtiva etmektedir:


Bu plan, nükleer taktik silahları ve konvansiyonel silahlarıyla sürdürülecek büyük çaplı bir hava saldırısını gerektirmektedir. İran’da, nükleer silah geliştirme programı için çalıştırıldığı kuşkulanılan birçok sitenin bulunduğu, önem arz eden 450’den fazla stratejik hedef mevcuttur. Birçok hedef tahkim edilmiş veya yerin altına, derinlere gömülmüş olup konvansiyonel silahlar ile yıkılamayacağından dolayı nükleer silahlar opsiyonu devreye konulmuştur. Irak durumunda olduğu gibi, ABD’yi hedef alacak bir terörist eylemin gerçekleştirilmesi halinde, ABD’nin reaksiyon gösterilmesi için, İran’ın reel olarak böylesi bir eylemde yer alması şartına bağlı değildir. Hazırlanan plana dâhil olan Hava Kuvvetlerine mensup birçok subayın, İran’a karşı kasıtlı bir nükleer saldırı hazırlığı içinde yer aldıklarından dolayı, saldırı planının yaratabileceği olası sonuçlardan üzüntü duydukları görülmektedir. Ancak, kariyerine zarar gelmemesi için hiç kimse itirazda bulunmamaktadır.


Askeri Yol haritası “İlk önce Irak, daha sonra İran”





TIRANNT kod adlı plan gereği İran’ın hedef seçilme kararı, askeri bir planlama ve genişletilmiş askeri operasyonlar zincirinin uygulaması sonucu alınmıştır. Clinton Yönetiminde, ABD Komuta Merkezi (USCENTCOM), “savaş sahnesi planları” çerçevesinde, ilk önce Irak ve daha sonra İran’ın istila edilmesi tasarlanmıştır. Bu istila sonucunda stratejik amaç ise Orta-Doğu petrollerin elde edilmesi tespit edilmiştir:


Milli Güvenlik konuları ; Başkan’ın Milli Güvenlik Stratejisinde belirlenen hedefler (NSS) ve Başkan’ın Milli Askeri Stratejisine (SMN) bağlı yaygın çıkarlar konusu ABD’nin Komuta Merkezi operasiyonel stratejisinin temellerini teşkil etmektedir. ABD Milli Güvenlik stratejisi (NSS) ABD çıkarlarına, bölgedeki diğer devletlerin güvenliğine ve bu devletlerin vatandaşlarına karşı tehdit oluşturdukları sürece Haydut Devletler sıfatıyla adlandırılan Irak ve İran’a karşı çift yönlü bir uygulamayı yönetmektedir. Söz konusu bu çift yönlü uygulama, Irak ve İran’a bağlı kalmaksızın bölgede güç dengesini oluşturmak için düşünülmüştür. ABD Komuta Merkezinin operasiyonel stratejisi tarafların çıkar temeline dayalı olup tehdit algılamasına odaklanmıştır. Milli Güvenlik Stratejisinde benimsendiği gibi, ABD’nin bu durumda üstlendiği yükümlülüğün amacı, ABD’nin bölgedeki temel çıkarlarını korumaktır: Bu çıkarlar, ABD ve müttefik devletlerinin güvenlik altına alınmış ve kesintiye uğramaksızın Körfez petrollerine el atılmasıdır.


İran’a savaş açılması, yapılması düşünülen askeri operasyonlar silsilesi dâhilinde, bir aşama olarak öngörülmüştür. NATO eski komutanı Wesley Clark’a göre Pentagon’un askeri yol haritası birçok ülkenin yer aldığı bir seriden oluşmaktaydı: “bu hedef doğrultusundaki 5 yıllık kampanyada, Irak’tan başlamak üzere ve daha sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gibi 7 ülke bulunmaktaydı.” Irak, Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu (sayfa 130) başlıklı çalışmasında General Clark şöyle bir açıklama yapmıştır:


2001 yılı Kasım ayında Pentagon’a döndüğüm zaman, Genel Kurmayda görevli, üst rütbeli bir subay ile konuşma fırsatımız oldu. Bu subay “biz hep Irak’a saldırı yapmaya yöneliyoruz” şekline açıklama yapmıştı. Ancak, yol haritasında çok sayıda ülke vardı. “Bu konunun görüşmelerde ele alındığı ve içinde Irak’tan başlamak üzere, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan’ın yer aldığı 5 yıllık bir tasarı planının bir aşamasını oluşturduğunu” söylemişti.


İsrail’in Rolü





İran’a karşı düzenlenecek bir saldırıda, İsrail’in inisiyatif almadaki rolü konusunda çok sayıda görüş mevcuttur.


İsrail askeri ittifakın bir üyesidir. Tel Aviv savaşı başlatan olmayacak ve ayrı bir askeri programı da mevcut değildir.


İsrail opsiyonu, ABD Stratejik Komutanlığı (USSTRACOM) tarafından 2006 yılında hazırlanan, İran’a karşı düzenlenecek “büyük çarpışma operasyonları savaş planına” dâhil edilmiştir. Askeri operasyonlar bağlamında, büyük bir çarpışma, koordine edilmeden, geniş çaplı bir askeri operasyon şeklinde, tek taraflı olarak, koalisyonda yer alan İsrail gibi müttefik bir devlet tarafında yürütülmesi stratejik açıdan imkânsız gibi görünmektedir. İsrail NATO’nun de facto üyesi olduğundan dolayı, girişebileceği her türlü operasyona Washington’un “yeşil ışık” yakması gerekir.


Yahudi Devleti tarafından yapılacak bir saldırıyı, İran’a karşı topyekun bir savaşın ve İran’ın İsrail’e karşı misillemede bulunması için “tetikleyici bir mekanizma” olarak kullanabilirler.


Bu konuda, İran’a karşı ABD’nin sürdüreceği kategorik bir askeri saldırı yerine, Washington’un İsrail tarafında ilk saldırı opsiyonunu (ABD destekli) düşünebileceğine dair işaretler mevcuttur. NATO ve Pentagon’un yakın işbirliği ile yürütülmesine rağmen, İsrail saldırısı, dünya kamuoyuna Tel Aviv’in tek taraflı bir kararı olarak sunulacaktır. Bu durum Washington tarafından, ABD’nin İran’a yaptığı saldırı yerine, dünya kamuoyu gözünde, ABD ve NATO’nun “İsrail’i savunmak” amacıyla askeri bir müdahalenin gerekçesi olarak kullanılacaktır. Yürürlükteki askeri iş birliği anlaşmaları hükümlerine göre, NATO ve ABD, İran ve Suriye tarafından herhangi bir saldırı karşısında “İsrail devletini” savunmakla “yükümlüdür”.


Bush Yönetimi ikinci dönemi başında, dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney açık bir şekilde, İran’ın ABD düşmanı “haydut devletler listesinin” başında yer aldığından dolayı, ABD askeri açıdan işe karışmadan, “harekete geçmesi için” ABD’nin İsrail’e baskısı olmadan “İsrail’in kendileri adına İran’ı bombardımana tutacağına” dair beyanda bulunduğunun dikkate alınması gerekir:


İnsanlar kedi aralarında İsrail’in kendi başına harekete geçebileceği konusunda kaygılarını dile getiriyorlar. İran, İsrail’in yeryüzünden silinmesini dile getirirken, İsrailliler de ilk harekete geçme kararını alıp ve daha sonra, saldırıdan geriye kalan diplomatik hasarların temizleme işini de dünya’ya havale edebilirler.(Dick Cheney’nin Ocak 2005’te MSNBC röportajı)


Milli Güvenlik eski Danışmanı Zbigniew Brzezinski, eski Başkan Yardımcısı Cheney’in beyanatının yorumlarken, bazı endişelerini dile getirmiş, Cheney’in, aslında, İsrail Başbakanı Ariel Sharon’un ABD adına harekete geçmesini ve onların adına “saldırıda bulunmasını” arzu ettiğini teyit etmiştir:


Şöyle ki: Sanırım İran konusu daha ziyade belirsiz olup, olduğu gibi yerinde durmaktadır. Sorun İran’ın zorbalığı değildir. Söz konusu olan, İran’ın elindeki nükleer silahlardır. Ve bugün, özgürlük kavramı lehine gibi görülen, yapılan bu açıklamaya paralel garip başka bir açıklamada Cheney, İsrailliler saldırıya geçebilirler demiş ve İsraillileri saldırıya geçmeye davet eden, gerekçe gösterici veya teşvik edici söylem tarzında bir dil kullanmıştır.


Planlamasına 2004 yılından beri başlanılan, İran’ın bombalanması hedeflenen, ABD, NATO ve İsrail’in işbirliği ile gerçekleşecek bir askeri operasyon düşünüyoruz. Bush ve Obama yönetimlerinde görev yapan Savunma Departmanı temsilcileri, İsrail’in askeri ve istihbarat meslektaşları ile birlikte gayretli ve özenli bir şekilde İran hedeflerini tespit ettiler. Askeri plan üzerinde, İsrail tarafından atılacak her bir adımın, ABD tarafından yönetilecek koalisyonun üst makamlarınca planlanıp koordine edilmesi gerekmektedir.


Ocak 2009 tarihinden bu yana ABD ve NATO Savunma Sistemlerine tamamıyla entegre edilen İsrail Hava Savunma Sistemi konusuna gelince, bu sistem, İsrail tarafından yapılacak olası bir saldırı, ABD ve NATO tarafından koordine edilecek lojistik bir desteğe ihtiyaç duyacaktır.


2009 yılının başında, ABD’nin verdiği teknik destek ile kurulmuş olan İsrail’in X band radar sistemi, İsrail füze savar savunma sistemini, ABD’nin uzayda kururlu bulunan, Akdeniz, Kızıldeniz, İran Körfezi üzerinde konuşlandırılmış uydulardan, himaye kruvazörlerinden, karadan sinyal gönderen radarlardan, patriot füzelerini algılayan bir sistemden oluşan, dünyada çapında işlev gören füze algılama ağına entegre etmiştir.


Bu durum, işin önünde sonunda, arabayı Washington’un yönetmesine ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir. Çünkü, Hava Sistemini kontrol edecek olan İsrail değil ABD’dir: Savunma Sekreterliği Sözcüsü Geoff Morrell “Bu durumda, ABD radar sistemine her zaman ihtiyaç duyulacaktır” Ayrıca, “İsrail’e verdiğimiz ya da sattığımız bir şey söz konusu değildir. Sahada işletilmesi için, ABD personeline ihtiyaç duyabilecek bir sistem söz konusudur” şeklinde açıklama yapmıştır.


ABD ordusu, Pentagon’da işlemekte olan ABD’nin dünya çapında füze algılama sistemine entegre edilen İsrail hava savunma sistemini denetlemektedir. Başka bir deyişle,Cumhuriyetçi Parti tarafından da desteklenip, zımni olarak İran’a karşı bir saldırıya geçilmesine onay verilen, ABD Kongresinin, önem arz eden, House Resolution 153 kararnamesiyle yakılan “yeşil ışık” kararına istinaden, Washington’un onayı olmaksızın İsrail, İran’a karşı saldırıya geçemez:


Texas Cumhuriyetçi Parti üyesi Louie Gohmert ve 46 arkadaşları tarafında verilen önergede, askeri güç de dâhil, İsrail’in İran’a karşı saldırıya geçmesi için “gerekli her türlü aracın” kullanılma desteği verilmektedir. Bu önergede “İsrail’in arkasında olduğumuzu göstermemiz gerekiyor. Böylesi çetrefilli bir bölgede, bizim için önemli olan bir müttefik ile oynamayı bırakmalıyız” ifadesi yer almaktadır.


Uygulama açısında, kararnamede İsrail’den ziyade, Beyaz Saray ve Pentagon’a yeşil ışık yakılmıştır. Kararnamede, ABD himayesinde, usulüne uygun olarak, İran’a karşı bir savaşın başlatılması için İsrail’in kullanılması onayı verilmektedir. Ayrıca, kararname ile İsrail’i savunmak amacıyla bir savaş yürütülme gerekçesinin de alt yapısı hazırlanmaktadır.


Bu kararnameye dayanılarak, ABD tarafından, HAMAS veya HİZBULLAH’ın saldırıda bulunduğu iddia edilerek veya İsrail-Lübnan sınırında kendisine düşmanca eylemlerde bulunulduğu bahane edilerek savaş açma gerekçesi gösterilebilir. Bu durumda, hatırlanması gereken husus, “küçük bir olayın” İran’a karşı kapsamlı bir askeri operasyonun başlatma nedeni olarak kamuoyuna sunulabilir olmasıdır.


ABD askeri planlama uzmanları, İran’a karşı bir saldırı olması halinde, ABD’den ziyade, İsrail’in ilk misilleme hedefi olacağını çok iyi biliyorlar. Genel olarak, İsrail vatandaşları, düzenlenen bu entrikaların, Washington’un ve kendilerini yöneten Hükümetinin kurbanı olacaklardır. Bundan dolayıdır ki, İsrail vatandaşlarının mutlak olarak, Netanyahu Hükümetinin İran’ın her türlü saldırısına cevap vermesine karşı çıkmaları gerekmektedir.


Dünya Savaşı: ABD Stratejik Komutanlığının Rolü





Dünya savaşı askeri operasyonları, Birleşik Komutanlıklara bağlı Bölgesel Komutanlıklarda (Ör: Orta Asya ve Orta Doğu coğrafyalarından sorumlu Florida’daki Merkezi Komutanlık), İsrail’de, Türkiye’de, İran Körfezinde, Hint Okyanusundaki Diego Garcia askeri Üs’ünde bulunan Koalisyon Komutanlıklarına bağlı Birlikler ile birlikte, Nebraska’da bulunan Offutt Hava Üs’ü Stratejik Komutanlığı Merkezi tarafında koordine edilir (USSTRATCOM). Askeri planlama, Milli Devlet düzeyinde ve ABD müttefiklerince bireysel bir temelde, NATO ve “stratejik ortak ülkeler” tarafından alınan kararlar, uzayın militarizasyon çalışmalarını da içeren küresel bir askeri plana dâhil edilir.


Yeni görevine uygun olarak USSTRATCOM’un konvansiyonel ve nükleer silahlar vasıtasıyla “küresel bir saldırı planını denetleme” sorumluluğu vardır. Askeri jargon ile bu Merkez “uzayda operasyon yürütme görevinden, istihbarat operasyonlarından, entegre edilmiş füze savar savunmalarından, komuta faaliyetleri ve dünyanın kontrol edilmesinden, gizli bilgilerin bir elde toplanmasından, izleme ve tanımlama faaliyetlerden, küresel düzeyde yapılacak saldırı ve stratejik caydırma faaliyetlerinin entegrasyonundan sorumlu memur” rolünü oynamak için tasarlanmıştır.


USSTRATCOM’un sorumluluk alanında küresel düzeyde “yönetim, planlama ve stratejik caydırma faaliyetlerin yürütülmesi, uygulanacak planların ve yeryüzündeki füzesavar savunma operasyonlarının senkronizasyonunun yanı sıra bölgesel çarpışma planları gibi faaliyetler mevcuttur.” Bu Merkez modern dünyanın savaşlarını koordine eden bir kurumdur.


2005 yılı, Ocak ayında, askeri düzen alma çalışmalarının ve İran’ı hedef alan potansiyel askeri faaliyetlerinde artış yapma çalışmalarının daha başından itibaren USSTRATCOM, “Savunma Departmanı bünyesinde, kitle imha silahlarına karşı mücadelede, yapılacak faaliyetlerin ve entegrasyonun temel komuta merkezi” olarak tespit edilmiştir.


Bu durum bize, Orta Doğu ve Orta Asya geniş coğrafyalarının iç ve dış bölgelerinde yürütülecek muhtelif gerilim senaryolarını ihtiva eden, İran’a karşı düzenlenecek geniş çaplı bir saldırının koordinasyonu USSRATCOM tarafından yapılacağını göstermektedir.





ABD Merkezi Komutanlığı Sorumluluk Alanı Haritası





İran’ı hedef alan Nükleer Taktik Silahlar





ABD ve İsrail’in, İran’a karşı nükleer silahları kullanma olgusu hem askeri belgelerde hem de resmi beyanlarda teyit edilmiştir. USSTRATCOM, 2006 yılında, elinde bulunan konvansiyonel ve nükleer silahlar ile yeryüzü üzerinde tespit edilen hedeflere kısa sürede erişmeyi sağlayan operasiyonel kapasiteye ulaştığına dair bir açıklama yapmıştır. Bu açıklama, hayali bir devleti hedef alan, ABD tarafından yürütülen nükleer bir saldırıya ilişkin askeri simülasyon çalışmalarından sonra yapılmıştır.


Bush – Cheney ikilisinin yönetim dönemine ilişkin olarak bir devamlılık söz konusudur: Başkan Obama önceki dönem yönetimi tarafından formüle edilen ön alıcı nükleer silahların kullanılmasını öngören doktrine yaygın bir destek vermiştir. 2010 Nuclear Posture Review’de (nükleer’e karşı tutumun mercek altına alındığı inceleme) Obama yönetimi, İran’ın nükleer program geliştirme iddiasına karşı ABD’nin taleplerine riayet etmediğinden dolayı, “ABD, İran’a karşı nükleer silahları kullanma hakkını saklı tutar” hükmünü teyit etmiştir. Obama yönetimi, aynı zamanda, İsrail saldırısına misilleme olarak, İran’ın yapacağı saldırılara karşılık nükleer silahları kullanacağını da açıklamıştır. Zaten, İsrail’de nükleer taktik silahları ile İran’ı bombardımana tutacak kendine özgü “gizli planları” hazırlamıştır:


İsrail Ordusu Komutanları, İran’ın iyi savunulan uranyum zenginleştirme tesislerini yok etmek için konvansiyonel silahlar ile yapılacak bir saldırının yeterli olmayacağını düşünüyorlar. Onlara göre, bu tesislerin büyük bir kısmı en az 70 ayak kalınlıkta beton ve taşlardan oluşan bir tabakanın altında inşa edilmiştir. İsrail üst düzey kaynakları, şayet, konvansiyonel silah saldırıları yeterli gelmeyip, ABD müdahale etmeyi kabul etmez ise, nükleer başlıklarla donatılmış antiblockhaus silahların kullanılacağını teyit etmişlerdir.


İran’a ve Kuzey Kore’ye karşı kullanılacak nükleer silahlara ilişkin Başkan Obama’nın yaptığı açıklamalar, konvansiyonel silahlarla yapılacak bir savaş alanında taktik nükleer silahların kullanılmasına olanak sağlayan 11 Eylül olgusu sonrası nükleer silahlar doktrini ile çakışmaktadır.


“Konunun Otoritesi” nükleer enerji bilim insanlarının desteğini almayı hedefleyen bir propaganda kampanyasıyla, İran’da Batı tarzı bir “demokrasiye” işlerlik kazandırılması ve “İslami terörizmle” mücadele yolu olarak, barışın bir enstrümanı şeklinde mini-bombaların kullanılması meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Düşük düzeydeki nükleer silahların “savaş alanında kullanılmasına” onay verilmiştir. ABD’nin “Terörizmle Mücadele” faaliyetlerinin bir sonraki aşamasında İran ve Suriye’ye karşı düşük düzeyli nükleer silahların kullanılması öngörülmektedir.


ABD Yönetim temsilcileri, Haydut Devletlere karşı (İran, Suriye ve Kuzey Kore) düşük düzeyli nükleer silahların caydırıcı enstrüman olarak kullanılması gerektiği tezine destek vermektedirler. Temsilcilerin mantığına göre, mevcut nükleer silahların genel bir nükleer savaşta kullanılması halinde sonuçları çok yıkıcı olacaktır. Potansiyel düşmanlar bu durumun farkında olduklarından dolayı, nükleer misilleme tehdidine pek inanmıyorlar. Daha az tahribat verici özelliklere sahip olduklarından, nükleer mini-bombaların kullanılması uygun görülmüştür. Çünkü nükleer silahların caydırıcı özelliği daha etkin hale gelecektir.


İran’a karşı olası bir saldırıda ayrıcalıklı özelliğe sahip nükleer silahlar, Hiroşima’ya atılan bombadan 6 kat daha fazla patlama etkisine sahip, nükleer başlıklarla donatılmış antiblockhaus bombaları (B61.11 gibi), ABD’de üretilen taktik nükleer silahlar olacaktır. B61.11 bombası, BLU 113 veya GBU-28 (güdümlü) “konvansiyonel” bombaların “nükleer versiyonu” olacaktır. Bu bomba, antiblockhaus konvansiyonel bombalarında olduğu gibi, dikkatli bir şekilde kullanılabilir. ABD İran’a karşı stratejik termonükleer silahları kullanmayı düşünmediğine göre, İsrail nükleer cephanesinde, kullanıma hazır ve İran’a karşı bir savaşta kullanılabilecek, büyük oranda termonükleer bombalar vardır. İran sınırları dâhilinde her yer, İsrail’in elinde bulunan, kapasitesi 4800 ila 6500 km arasında değişen Jericho III misilleme sisteminin etkisi altındadır.




Güdümlü Antiblockhaus Konvansiyonel Bombası GBU-27





Antiblockhaus Bombası B61


Radyoaktif Serpinti





ABD ve NATO askeri analiz uzmanları radyoaktif serpinti ve radyasyon bulaşma konularını dikkate almazlarken, radyasyon bulaşma sonuçları yıkıcı olup Orta Doğu (İsrail’inde dâhil olduğu) ve Orta Asya geniş coğrafyasını etkisi altına alacaktır. Nükleer silahlar, çarpık bir mantık dâhilinde, barışı tesis etme ve “yan etkilerini” önleme aracı şeklinde sunulmaktadır. Mevcut olduğu şüpheli İran nükleer silahları dünya barışını tehdit teşkil ettiği kamuoyuna sunulurken, ABD ve İsrail nükleer silahları ise, civar toprakları üzerinde hayatını idame eden sivil nüfusa tehlike arz etmeyip, barışın enstrümanı olarak sunulmaktadır.


“Bütün Bombaların Anası” MOAB Bombasının İran’a karı Kullanılması





Bütün bombaların anası tabiriyle adlandırılan “devasa silah” Massive Ordnance Air Blast/ Dev Ordonat Hava Patlayıcı (MOAB) bombasının ABD konvansiyonel silahlar cephanesinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Cephane içindeki silahlardan en büyük menzile sahip MOAB veya GBU-43/B bombası “şu ana kadar tasarlanmış olan nükleer olmayan silahların en güçlüsü” olarak nitelendirilmiştir. MOAB bombası, Irak savaş alanında kullanılmadan önce,2003 yılının başında test edilmişti. ABD askeri kaynaklarına göre, Genel Kurmay yetkililerince, “bütün bombaların anası” olarak nitelendirilen MOAB bombası kullanılmadan önce, Saddam Hüseyin Yönetimine bilgi verilmiştir.(Teyit edilmeyen bazı raporlara göre bu bombanın kullanıldığı anlaşılmaktadır).


ABD Savunma Departmanı 2009 yılı Ekim ayında, “bütün bombaların anası” MOAB bombasını İran’a karşı kullanmak düşüncesinde olduğunu teyit etmiştir. İran’ın Natanz ve Kum Kentlerinde bulunan, “yer altı derinliklerinde gümülü nükleer tesislerin imhası için ideal” olduğunu açıklamıştır.(Jonathan Karl, ABD İran’ı bombalamaya mı hazırlanıyor? ABC News, 9 Ekim 2009) Açıkça bilinmesi gerekir ki, patlama gücü kapasitesinden dolayı, MOAB bombası aşırı sayıda sivil insanların kurban olmasına neden olacaktır. Bu bomba, nükleer tipinde mantar bulutlarını meydana getiren, konvansiyonel bir “öldürme makinesidir”


2009 yılı, Ekim ayında, 58,4 milyon dolar karşılığında (her biri 14,6 milyon dolar) 4 adet MOAB bombasının edinimine onay verilmişti. Bu bedele, MOAB bombalarının gelişimini sağlama, tatbikat yapma ve B-2 hayalet uçakları üzerine kurulma bedeli de dâhildir. Bu iktisap işlemi tamamıyla İran ile yapılacak savaş hazırlık operasyonlarıyla direk olarak bağlantılıdır. Bildirim 93 sayfalı olup aşağıya çıkarılan “yeniden programlama memorandumuna” dâhil edilmiştir:


“Savunma Departmanının, tehlikeli bir çevrede, yer altı derinliğinde kurulu,zor hedefleri vurabilmek için acil operasiyonel ihtiyacı vardır. ÇünküMassive Ordnance Penatrator/ Dev Ordonat Delici (MOP) bombası acil operasiyonel ihtiyacı karşılamak üzere tasarlanmış bir silahtır.” Bu ihtiyaç,Pasifik Komutanlığı (Kuzey Kore’den Sorumlu) ve Merkezi Komutanlık (İran’dan sorumlu) tarafından da onaylanmıştır.


Pentagon,MOAB ve GBU-57A/B bombaları da dâhil, kombine nükleer taktik silahları, mantar bulutlarını oluşturan devasa konvansiyonel bombaları veya MOAB bombalarından daha büyük ve daha da yüksek patlama gücüne sahip MOP bombalarını kullanmak suretiyle, İran alt yapılarına tahribat vermekle ve kitlesel sivil kayıplarıyla sonuçlanacak bir yıkım sürecinin planlamasını yapmaktadır.


MOP bombası “İran ve Kuzey Kore’nin toprağın altında kurulu nükleer altyapı tesislerini direk olarak hedef alan güçlü, yeni bir bombadır” Bu devasa bomba 20 ayaktan daha fazla uzunluğa sahiptir.






Bu bombalar, kelimenin tam anlamıyla, kitlesel imha silahlarıdır. ABD Yönetimi, MOAB ve MOP bombalarıyla, örtülü bir şekilde, MOAB bombasına (bombaların anası) adı verilmesi de dâhil, korku ve umutsuzluğu yaymak amacıyla “kitlesel imhanın” ve büyük sivil kayıpların olacağının mesajını vermeyi hedeflemiştir.


Gelişmiş Silahlar: Yeni Teknoloji ile Savaş mümkün hale gelmiştir.


ABD Ordusunun İran’a yönelik karar alma süreci,yıldızlar savaşları, uzayın militarizasyonu, iletişim alanında meydana gelen devrim ve enformasyon sistemleri ile desteklenmektedir. Askeri teknoloji alanında meydana gelen gelişmeler ve yeni silah sistemleri dikkate alınınca, 2003 yılı Mart ayında meydana gelen Irak savaşı ile mukayese edecek olursak, silahların son gelişmeler açısından kombinasyonu nedeniyle, İran’a karşı yapılacak bir saldırı belirgin anlamda farklılık arz edecektir. İran’a karşı bir operasyon, saldırıların havadan destekli olması için gelişmiş en son silahların kullanılmasını gerektirmektedir. Savaş sırasında, bütün olasılıklara göre, yeni sistemler test edilecektir.


Amerikan Savunmasını Yeniden İnşa Etmek başlıklı Amerikan Yeni Yüzyılı Projesinde/ Project of the New American Century (PNAC) dünyanın çeşitli bölgelerinde eş zamanlı olarak yürütülmesi gereken büyük çaplı savaş sahneleri konusunda ABD ordusunun üstlendiği görev açık bir şekilde belirtilmektedir:


“Eş zamanlı olarak yönetilecek, büyük çaplı birçok savaş sahnesinde kararlı bir şekilde mücadele etmek ve kazanmak”





Böylesi bir formülasyon, emperyal tek bir süper gücün dünyayı fethetmek için, dünyaya karşı savaş açma isteğine karşılık gelmektedir. Amerikan yeni yüzyılı projesi (PNAC) belgesine göre “askeri konularda devrim” yaşandığı için, başka bir deyiş ile,“ulaşılan yeni teknolojik düzeyler sayesinde savaşı yürütmek artık mümkün olmuştur” şiarı ile, ABD Silahlı Kuvvetleri bünyesinde dönüşüm/transformasyon yapılması gerekmektedir. Bu belge, aynı zamanda, ABD ordusu bünyesinde,mevcut paradigmalarının yerini alacak, ABD cephanesine dahil alacak son teknoloji ürünü ,sofistike yeni silahların, öldürücü bir makinenin geliştirilmesi ve üretilmesini de ihtiva eder.


ABD ordusunun dönüşüm süreci iki aşamadan oluşacağını öngörebiliriz: önce bir geçiş süreci, daha sonra derinlikli bir dönüşüm süreci: örneğin; insansız araçların sayısı, donanımlı mürettebat gerektiren bugünkü araçların sayısından çok daha fazla olduğu zaman, kırılma noktası, hizmete sunulan yeni silah sistemlerinin ağırlıklı olması durumu sürecinde yaşanacaktır. Bu durumda, Pentagonun, ABD ordusunu birkaç on yıldan beri mevcut paradigmalar içerisinde tutacak yeni programlara yatırım yapmadan kaçınması gerekecektir: saldırı tankları, saldırı uçakları, uçak gemileri gibi.


İran’a karşı bir savaş, söz konusu bu önemli kırılma noktasını teşkil edebilir. ABD’nin uzayda kurulu yeni silah sistemi, askeri kapasitesi önemli olup kara kuvvetleri personeli yarım milyonu geçen bir düşmanı (İran’ı) işlevsiz bırakmak amacıyla devreye sokulacaktır.


Elektromanyetik Silahlar


Elektromanyetik silahlar, İran haberleşme sistemlerini devre dışı bırakmak, elektrik üretim sistemini felce uğratmak, komuta ve kontrol mekanizmasını, yönetim alt yapılarını, ulaşım ve enerji sistemlerini bombalamak ve çalışmaz hale getirmek için kullanılabilir. HAARP programı (High Frequency Active Auroral Research Program/Yüksek Frekenslı Aktif Auroral Araştırma Programı) çerçevesinde geliştirilen, yaşanılan çevrede değişiklik yaptırma teknikleri (meteorolojik savaş) ve aynı aileye mensup diğer silahlar da kullanılabilir. Bu nevi silah sistemleri tamamen operasiyonel amaçlı silahlardır. Bu bağlamda, ABD Hava Kuvvetleri belgesi AF 2025 yaşanılan çevrede değişiklik yaptırma teknolojilerinin askeri amaçlı uygulamalarını açıkça kabul etmiştir.


Çevrede değişiklik yapma uygulaması milli ve uluslararası güvenliğin bir parçası halini alacaktır. Bu uygulamalar saldırı ve savunma amaçlı veya caydırıcı bir araç olarak kullanılabilir: Yağış yağdırma, sis yapma, yeryüzünde fırtına koparma veya iklimlerde değişiklik meydana getirme, iyonosfer tabakasında (ozon’un yoğun olduğu) değişiklikler meydana getirerek iletişim sisteminde ilerleme kaydetme (iyonosferik aynaların kullanılması marifetiyle), yapay iklim şartlarını meydana getirme kapasitesi ABD’nin sahip olduğu toplu teknolojiye entegre edilmiş savaşma kapasitesini artıran veya herhangi bir düşmanın savaşma, bir vizyon veya bir ufuk edinme ve küresel çapta bir güç edinme kapasitesini azaltan hususlardır.


ABD ordusu, “uzak mesafeden insan sağlığında tahribat yapmaya imkân veren” elektromanyetik dalgaları ve de PNAC tarafından önerilecek yeni biyolojik silahları kullanmayı düşünebilir. Spesifik genotipleri “hedef alan” gelişmiş biyolojik silahlar, politika sahnesinde faydalı bir araç olan biyolojik savaşı bir terör enstrümanı haline dönüştürebilir.





İran’ın Askeri Kapasitesi: Uzun ve Orta Menzilli Füzeler








İran Şahap- 3 Misilleme Füzeleri Menzili





İran, İsrail ve Körfez Bölgesi Devletlerindeki hedeflere erişebilecek kapasiteye sahip orta ve uzun menzilli füzeleri kapsayan en son teknolojiden oluşan askeri potansiyele sahiptir. Bundan dolayıdır ki, ABD, NATO ve İsrail ittifakı tarafından, İran’daki tesislerden yapılacak bir saldırıya misilleme olarak veya önleyici bir tedbir olarak kullanmasını öngördükleri nükleer silahlar üzerine vurgu yapılmıştır.


2006 yılı, Kasım ayında, açık bir plan doğrultusunda, itinalı bir şekilde gerçekleştirilen bir operasyon çerçevesi dâhilinde, İran’ın elinde bulunan karadan fırlatma füzelerinin testi yapılmıştır. ABD’li üst düzey bir füze uzmanına göre “İranlılar son teknoloji ürünü füze fırlatma gösterisini yaptılar ve Batı âlemi, İran’ın bu teknolojiye sahip olduğunu bilmezlikten gelmiştir.” İsrail, 2000 km menzilli Şahap-3 füzelerinin İsrail topraklarına, Orta Doğu ve Avrupa topraklarına erişebileceklerini kabul etmiştir.


İsrail anti-balistik füze programı eski şefi Uzi Rubin’e göre “İran’ın askeri tatbikat yoğunluğu eşi görülmemiş düzeydeydi. Bu tatbikat etkileyici olma amacını taşıyıp ve herkesi etkilemiştir.”


İranlılar, şayet, ABD ve İsrail’de politik bir etki yaratmak istedilerse, 2006 yılı tatbikatları ABD, NATO ve İsrail’in, İran’a saldırıda bulunma kararlığından herhangi değişikliğe neden olmamıştır.


Tahran birçok açıklamasında, İran’a karşı bir saldırı olması halinde, misillemede bulunacağını ve İsrail’in, İran füzelerinin en öncelikli hedefi olacağını belirtmiştir. Bu durumda, İsrail hava savunma sistemi konusu asıl nitelikte bir konudur. Çünkü Körfez Devletlerinde, Türkiye’de, Suudi Arabistan’da, Afganistan’da ve Irak’ta bulunan ABD ve müttefiklerine ait askeri tesisler İran’ın hedefi haline gelebilir.


İran Kara Kuvvetleri
ABD ve müttefiklerine ait askeri Üs’ler ile etrafı sarılmış olan İran önemli bir askeri güce sahiptir. Irak ve Afganistan’da hizmet veren ABD ve NATO’nun askeri kuvvetleriyle mukayese edecek olursak, personel anlamında ( kara ordusu, deniz ve hava kuvvetleri) İran kuvvetlerinin mutlak büyüklüğünü kabul etmek gerekir.


Koalisyon güçleri, organize edilmiş bir başkaldırı karşısında, Afganistan ve Irak’ta zaten yetersiz kalmıştır. İran Kara Kuvvetleri, Irak ve Afganistan’daki mevcut savaş alanına girecek olursa, koalisyon kuvvetleri bu duruma karşı koyacak güce sahip olacak mı? ABD ve müttefiklerinden oluşan işgal kuvvetlerine karşı kaçınılmaz olarak bir direniş hareketi gücü oluşacaktır.


İran Kara Kuvvetleri, 13.000 profesyonel asker, 220.000 silâhaltına alınmış, 350.000 yedeklerden oluşan, yaklaşık olarak 700.000 kişiden meydana gelmektedir. Ayrıca, Deniz Kuvvetlerinde 18.000 kişi ve Hava Kuvvetlerinde de 52.000 kişi hizmet vermektedir. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü raporuna göre “5 ayrı dalda hizmet veren Devrim Muhafızları bünyesinde yaklaşık olarak 125.000 kişi çalışmaktadır: Devrim muhafızlarının kendine has ayrı Kara, Deniz, Hava ve Özel Kuvvetleri vardır.” Devrim Muhafızlarınca kontrol edilen Baasçı Gönüllü Paramiliter Kuvvet CISS’e göre, tam zamanlı aktif hizmete hazır yaklaşık olarak 90.000 kişi, Yedek Kuvvet olarak da 300.000 kişi olmak üzere toplam 11


Milyon kişi ihtiyaç halinde mobilize edilebilir durumdadır. Başka bir deyişle, İran, düzenli ordu olarak 500.000 kişiyi, milis kuvvet olarak da birkaç milyon kişiyi harekete geçirebilir. Özel Kuvvetlerini Irak’ta zaten konuşlandırılmış durumdadır. İran yıllardan beri, kendi başına savaş tatbikatlarını yapmaktadır. Hava Kuvvetlerinde yetersizlik var ise, bunun yanında, orta ve uzun menzilli füzeleri tamamıyla operasiyonel durumdadır. İran ordusu alarm vaziyetindedir. Şu sıralarda, İran askeri birlikleri dikkatlerini Irak ve Afganistan sınırlarına ve Kuveyt sınırı yakınlarına yoğunlaştırmış bulunmaktadır. İran Donanması, ABD askeri tesislerine ve müttefiki Arap Emirlikleri askeri tesislerine yakın bir mesafede, İran Körfezine konuşlandırılmış durumdadır.


İran askeri gücündeki artışa reaksiyon olarak, Birleşik Devletler, Kuveyt ve Suudi Arabistan da dâhil olmak üzere, İran Körfezinde bulunan NATO’ya müttefik devletlere çok sayıda silah transfer etmiştir.


İran’ın sahip olduğu son teknoloji ürünü silahlar ABD ve NATO’nun elinde bulunduğu silahlar düzeyinde olmamasına karşın, İran Kuvvetleri, konvansiyonel silahlarla yapılacak bir savaş alanında, Irak ve Afganistan topraklarında koalisyon güçlerine ağır kayıplar verdirecek kapasitedir. 2009 yılı, Ekim ayında, İran kara birlikleri ve saldırı tankları, koalisyon güçlerince herhangi bir itiraz veya karşılık olmaksızın, Irak sınırını geçmiş ve Maysan ilinin (Irak’ın güney doğusunda, İran sınırında) doğusunda bulunan, itilaflı petrol sahalarını işgal etmişti.


Yoğun hava bombardımanı, kruvazör füzeleri, konvansiyonel antiblockhaus bombaları ve nükleer taktik silahlar ile İran askeri tesislerini, iletişim sistemlerini ve diğer altyapı tesislerini hedef alan yıldırım savaşı çıkması halinde, İran’a karşı olası bir savaş, bir kere patlak verirse, er veya geç, kara savaşı haline dönüşecektir. ABD askeri planlama uzmanları, düzenledikleri savaş senaryolarında her halde bu durumu dikkate almışlardır.


Bu tarz bir operasyon, özellikle, nükleer silahların kullanılması halinde, çok sayıda asker ve sivillerin ölümüne neden olacaktır.


Şu sıralarda, Amerikan Kongrenin incelenmesine sunulan, Afganistan savaşı bütçesinde artış konusu, İran’a karşı bir saldırı olma durumu açısından da düşünülmüştür.











İran’ın etrafında konuşlandırılmış ABD ve müttefiklerine ait Askeri Tesisler


Bölgede gerilim meydana getiren bir senaryo olması halinde, İran Birlikleri Irak ve Afganistan sınırını geçebilir.


Ayrıca, nükleer silahların kullanılacağı, bölgedeki askeri bir gerilim bizi, sonuçları Orta Doğu ve Orta Asya coğrafyasını aşan, III. Dünya Savaşı senaryosuna sürükleyebilir.


Doğrusu, 5 yıldan fazla bir süreden beri, Pentagon’un çalışma masası üzerinde bulunan bu askeri plan insanlığın geleceğine bir tehdit olma niteliğindedir.


Bu yazıda, olası bir savaş hazırlıkları üzerine yoğunlaştık. Söz konusu savaş hazırlıkları ileri bir aşamaya gelse bile, bu savaş planlarının uygulamaya konulacağı anlamına gelmez.


ABD, NATO ve İsrail ittifakı, saldırı olması halinde, İran’ın fazlasıyla cevap vereceğinin farkındadır. Geçirdiğimiz son beş yıl içinde, ABD ve müttefiklerinin karar alma sürecinde, İran’a karşı bir saldırıya geçme faaliyetinin ertelenmesinde bu faktör belirleyici olmuştur.


Askeri ittifaklar yapısı karar alıcı başka bir faktörü gerektirir: NATO korku verici bir güç haline gelmişse, bu durum, Rusya, Çin ve eski Sovyetler Birliği üyesi devletler arasındaki ittifakın, Şangay İş Birliği Örgütünün (OCS) ciddi bir şekilde zayıfladığı anlamına gelmektedir.


ABD Ordusunun, Rusya ve Çin’e yönelik sürekli tehditleri Şangay İş Birliğini (OCS) zayıflatmayı, ABD, NATO ve İsrail ittifakı tarafından, İran’a karşı bir saldırı olması halinde, İran’a müttefik askeri güçlerince yapılacak her türlü faaliyetin cesaretini kırmayı amaçlamaktadır.


Bu savaşın çıkmasının önünde engel olabilecek caydırıcı güçler hangileridir? ABD’nin devlet aygıtı bünyesinde, Amerikan Kongresinde, Pentagon ve NATO’da mesai yapan çok sayıda güç vardır.


Önünde sonunda, savaşa engel olacak asıl güç, toplumun bünyesinden ortaya çıkar. Bu güç ulusal ve uluslararası düzeyde, yüzlerce milyon insanın katılımıyla gerçekleşen savaş karşıtı sert eylemleri gerektirir.


İnsanların, şeytani bir şekilde hazırlanan bu askeri programlara karşı harekete geçmeleri yetmez, aynı zamanda, karar alan devletin ve bu devleti temsil edenlerin otoritesine karşı çıkmaları da gerekmektedir.


İnsanlar hükümetlerine karşı çıkarlarsa, seçilmiş temsilcilerine baskı yaparlarsa, şehirlerde, kasabalarda ve belediyeliklerde örgütlenmeye gidip, yönetimlerine mesajlarını iletirlerse, nükleer bir savaşın meydana gelmesi halinde, sonuçlarının ne olduğunu vatandaşlarına anlatırlarsa, konunun dile geleceği halka açık programları artırıp silahlı kuvvetler bünyesinde tartışmaları yaparlarsa bu savaşın engellenmesi mümkün olacaktır.


Savaş karşıtı kitlesel gösteriler düzenlemek yeterli olmaz. İktidar yapılarına ve otoritelere karşı çıkan, iyi örgütlenmiş, savaş karşıtı yaygın halk ağlarını geliştirmek gerekir.


Savaşı meşru kılıcı bir duruma kitlesel olarak karşı çıkan, savaşa olgusunu suçlu kılıcı küresel bir hareketi başlatmak gerekir.


Çeviri : Nizamettin Karabenk


NOT: Bölüm III:


Savaş Dalgasını Tersine Çevirmek. Savaş Olgusunu Suçlu Kılmak








Mondialisation.ca’da


10 Eylül 2010 tarihinde yayınlanmıştır.











Prof . Michel Chossudovsky Bir çok ödülün sahibidir. Montreal Küresel Araştırmalar Direktörüdür.


Ottawa Üniversitesi, Emeritüs Ekonomi profesörlerindendir.Çalışmaları 20’den fazla dile çevrilmiştir. Encyclopaedia Britannica’ya da katkıda bulunmaktadır.






- Savaş ve Küreselleşme,


- 11 Eylül Olgusu Ardındaki Gerçek,


- Sefaletin Küreselleşmesi (Çivi Yazıları yayınevi),


- Yeni Dünya Düzeni (12 dil’e çevrilmiş Best Seller),


- Amerika’nın “ Terörizme Karşı Savaşı ” (İmge Kitabevi) gibi kitapların yazarıdır.










Alıntı: Özgür Üniversite

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlar da ilginizi çekebilir: