1 Ekim 2011 Cumartesi

Aktivizmi Bırakın!


8 Haziran eylemlerinde ortaya çıkan sorun aktivist mentalitenin benimsenmiş olmasıydı. Bu problem, 18 Haziran eylemiyle özellikle aşikâr bir hale geldi, çünkü bu eylemi düzenleyenler de, o gün eyleme katılanlar da bu sınırların ötesine geçmek için çaba gösteriyorlardı. Ancak bu yazı, bu eylemi eleştirmekten çok; gerçekten kapitalist üretim tarzını kaldırmak niyetimizde ciddiysek, karşılaşacağımız zorluklarla ilgili ilham verici düşünceler sunma amacını taşımaktadır.

Uzmanlar

Aktivist mentalite derken, kişilerin kendilerini öncelikle aktivist olarak ve geniş aktivist topluluklarına ait olarak düşünmelerini kastediyorum. Aktivist tıpkı meslek ya da kariyer gibi, kendisini yaptığı işle ve bu işin hayatta oynadığı rolü ile ilgili düşünceleriyle tanımlar. Aynı şekilde bazı insanlar kendilerini doktor veya öğretmen olarak, oldukları değil yaptıkları bir şeyle tanımlarlar ve bunu kendi imajlarının bir parçası haline getirirler.

Aktivist, toplumsal değişim uzmanıdır. Kişinin kendisini bir aktivist olarak görmesi, toplumsal değişim ihtiyacını anlamakta, bu değişimin nasıl gerçekleştirileceği bilgisine sahip olmakta ve bu değişimi yaratmak için yapılan mücadelenin ön saflarında yer almakta ya da liderlik etmekte diğer insanlara göre daha ayrıcalıklı bir yerde olduğu düşüncesini beraberinde getirir.

Diğer uzmanlık rollerinde olduğu gibi, aktivizmin temelinde de işbölümü vardır ve bu, özelleşmiş, ayrı bir iştir. İşbölümü, sınıflı toplumun temelidir ve temel ayrım kol işiyle kafa işi arasında yapılır. Örneğin işbölümü, tıp ya da eğitim alanında işlev görür. İyileştirme ve bir çocuğu büyütme, ortak bir bilgi ve herkesin rol alabileceği bir iş olmaktan çok, bu işleri bizim için yapmasını beklediğimiz öğretmenlerin ya da doktorların özelleşmiş mülkiyet alanı haline gelmiştir. Uzmanlar, sahip oldukları becerileri kıskançlıkla koruyup gizemleştirirler. Bu durum da insanları birbirlerinden ayırıp, onları güçsüz kılar ve sınıflı toplumunun hiyerarşik yapısını pekiştirir.

İşbölümü, bir kişinin, sorumluluklarından feragat eden diğer insanlar adına bir rolü üstlenmesi anlamına gelir. Bu görev ayrımı, başkaları sizin yiyeceğinizi yetiştirir, giysilerinizi yapar ve elektriğinizi sağlarken sizin toplumsal değişim sağlamaya çalışmanız anlamına gelir. Bir uzman olarak aktivist, diğer insanların kendi hayatlarını değiştirmek için bir şey yapmadıklarını varsaydığı için onlar adına bir şeyler yapma sorumluluğunu hisseder. Aktivistler, kendi yaptıklarıyla diğerlerinin aktivite eksikliğini telafi ettiklerini düşünürler. Kendimizi aktivist olarak tanımlamak, binlerce aktivist olmayan insanı yok sayarak kendi aktivitelerimizi toplumsal değişim getirecek eylemler olarak görmektir. Aktivizm, sadece aktivistlerin toplumsal değişim yaratabileceği şeklinde bir yanlış görüşten hareket eder -oysa sınıf mücadelesi, elbette ki her an olmaktadır.

Biçim ve İçerik

Politik etkinliklerimizde kendini ortaya koyan aktivizm biçimi ile bu aktivizmin radikal içeriğinin artması arasındaki gerginlik son birkaç yılda yükselişe geçmiştir. 18 Haziran’a katılan insanların birçoğunun ortak özelliği, geçmişlerinde bir konuyla ilgili ‘kampanyalara’ aktivist olarak katılmış olmalarıydı. Aktivist ortamında son birkaç yılda elde edilen politik ilerleme, birçok insanı belirli şirket veya oluşumlara karşı yürütülen, tanımlama açısından yanlış ancak gelecek vaat edebilecek anti-kapitalist bir perspektifi olan kampanyaları aşmaya itti. Ancak, kampanya aktivitelerinin içeriğinin değişmesine rağmen, aktivizmin biçiminde hiçbir değişiklik olmadı. Bu sebeple, Monsanto’yu ele alıp, karargahına gidip onu ele geçirmektense Monsanto tarafından temsil edilen kapitalin tek bir yüzünden fazlasını görerek kapitalizm karşıtı bir "kampanya" geliştiriyoruz. Ve gidip ele geçirmek için kapitalizmin karargahı olarak görülen "şehir"den daha iyi bir yer neresi olabilir?

Yöntemlerimiz, kapitalizm bundan farklı olmasına rağmen hâlâ bir şirket veya oluşum üzerinde çalışıyormuşuz gibi hep aynı. Bir şirketi çökertebilecek yöntemlerle kapitalizmi çökertebilecek yöntemler aynı değildir. Örneğin, hayvan hakları aktivistleri tarafından yürütülen enerjik bir kampanya başarıya ulaşarak hem Consort köpek üreticisini hem de Hillgrove Farm kedi üreticisini çökertti. Benzer şekilde kampanya, canlı hayvan deneylerinde başı çeken Huntingdon Life Sciences’a savaş açtı ve hisselerinin değerini %35 düşürmeyi başardı ve şirket şehirde son anda çıkardığı umutsuzca bir halkla ilişkiler kampanyası ile hayatta kalmayı başardı. Aktivizm çok başarılı bir şekilde şirketleri çökertebilir ancak kapitalizmi çökertmek için her şirket veya sektör için kullanılan aktivitenin çok daha fazlası gereklidir. Hayvan hakları aktivistlerinin kasap dükkanlarını hedeflemesinin sonucu, süpermarketlerin ayakta kalıp, kasapların kapanması ve bu pazarda 'doğal bir seleksiyon'un olmasıdır.

Benzer bir durum yol karşıtı aktivizminde de geçerlidir. Geniş ölçekli yol karşıtı protestolar kapitalizmin yepyeni sektörleri için olanaklar yaratmıştır -güvenlik, gözetim, tünelcilik, dağcılık, uzmanlık, danışmanlık. şu anda biz, bir yol sözleşmesi yapılırken dikkate alınan pazar risklerinden biriyiz. Gerçekte, en güçsüz ve dayanamayacak durumda olan şirketleri pazarın dışına iterek pazar güçleri kuralına yardımcı olmuş olabiliriz. Protesto danışmanı Amanda Webster bu konuda, "Protesto hareketlerinin sonuçları gerçekte bunu etkili bir şekilde kullanabilen müteahhitler için bir Pazar avantajı sağlayacaktır." der. Bir kez daha söylemek gerekirse, aktivizm bir şirketi batırabilir veya bir yolu durdurabilir ancak kapitalizm mutlu bir şekilde yoluna devam eder, eğer daha fazla güçlenmediyse.

Tüm bunları eğer gerçekten ihtiyaç duyuyorsak, kapitalizm ile savaşın sadece niceliksel değil (daha fazla eylem, daha fazla aktivist) aynı zamanda niteliksel bir değişime (daha etkili bir yol bulmak) gerek duyduğunu gösteren işaretler olarak anlayabiliriz. Öyle görünüyor ki kapitalizmi yıkmak için ne gerektiği hakkında aslında çok az fikrimiz var. Öyle ki, sanki belli bir sayıda aktivist tarafından ofisler ele geçirildiğinde otomatik olarak bir devrim olacakmış gibi düşünülüyor.

Aktivizm biçimi, içeriğin gelişmesine rağmen bir biçim olarak kendini korumayı sürdürdü. Hâlâ, bir "konu"da bir "kampanya" yürüten ve "doğrudan eylem" yapan aktivistler olduğumuz için, aktivizmi de gidip hedefimize yönelik "eylem yapmak" şeklinde düşünüyoruz. Bu, spesifik oluşumlara veya tek tek şirketlere karşı kampanya yürütme metodu, kapitalizmi bir bütün olarak ele alma şekline büründü. Kapitalizmi ele almayı ve yapıp ettiklerimizi kavramsallaştırmayı tamamıyla uygun olmayan terimlerle ve liberal reformizme uygun olan yöntemleri kullanarak yapıyoruz. Yani olaya "kapitalizme karşı bir eylem yapma" şeklinde garip bir bakışımız var. -Tamamiyle yetersiz bir iş.

Roller
"Aktivist" rolü, benimsediğimiz bir roldür, bir polis, bir ebeveyn veya bir rahip gibi. –Kendimizle ve başkalarıyla olan ilişkilerimizi tanımlamak için kullandığımız garip psikolojik bir şekil. "Aktivist", toplumsal değişim üzerine bir uzmandır. –Ancak, biz bu role ve kendimize taktığımız isme ne kadar tutunursak istediğimiz değişime o kadar engel olmaktayız. Gerçek bir devrim bütün önceden tasarlanmış rollerin kırılması ve uzmanlıkların yok edilmesi ile olacaktır- bir bakıma hayatlarımızın yeniden kazanılmasıyla. Kendi hedeflerimizin kontrolü yani devrim, yeni kimlikler, yeni iletişim formları ve toplum şekilleri yaratacaktır. Herhangi bir konudaki uzmanlar ise bunu sadece engeller.

Durumcu Enternasyonal (The Situationist International), rollerin ve militan rolünün katı bir eleştirisini geliştirmiştir. Eleştirileri solcu ve sosyal demokrat ideolojilere yönelikti, çünkü bu onların uğraştığı esas konuydu. Her ne kadar bu şekildeki bir yabancılaşma apaçık bir şekilde hâlâ varolsa da, çevremizde solcu militandan çok liberal aktivistlere rastlarız. Yine de, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, sözünü ettiğimiz bu aktivistler arasında birçok ortak nokta vardır.

Durumcu Raoul Vaneigem, rolü şu şekilde tanımlamıştır: "Stereotipler belli bir dönemin baskın görüntüleridir... Stereotipler rol modelidirler; roller ise bir davranışın model biçimidir. Bir tavrın tekrarı ise rolü yaratır."Bir rolü oynamak, otantik olan her şeye karşı bir görünümü yerleştirmektir: "ödünç alınmış tavırların çekiciliğine karşı koyamıyoruz. Rol yapanlar olarak, hayatlarımızı bir dizi klişeye indirgeyerek otantiklik dışı bir yerde takılıp kalıyoruz. Günümüzü, baskın klişeler arasından şuursuzca seçilmiş bir seri pozla dolduruyoruz." Bu durum, yol karşıtı hareketlerin ilk zamanlarından itibaren geçerlidir. Twyford Down’da Aralık 92’deki Sarı Çarşamba sonrasında basın ve medya Dongas kavmi üzerine ve protestoların dehşet verici kültür karşıtı yönlerine eğildi. Başlangıçta bu baskın bir halde değildi.

"Tüketicilerin pasifliğinin aktif bir pasiflik olması gibi, izleyenlerin pasifliği de onların rolleri özümsemelerinde ve rollerini genelgeçer kurallara uygun olarak oynamalarında yatmaktadır. Görüngülerin ve stereotiplerin tekrarı, herkesin bir rolü seçmiş olduğu varsayımından hareketle oluşturulan bir dizi modeli önümüze getirmektedir." Rolle birlikte giden devrimci retoriğin temelinde tutuculuk yatıyor olsa da, militanlık ya da aktivistlik rolü de bu rollerden sadece biridir. Aktivistlerin devrimci olduğu varsayılan eylemleri, tekdüze ve steril edilmiş bir rutindir: değişim için hiçbir potansiyel taşımayan birkaç eylemin sürekli tekrarından ibarettir. Bu nedenlerden dolayı aktivistler değişime bile karşı çıkabilirler, çünkü değişim, kendileri için oydukları küçük şirin oyuklarına ve rollerinin rahatlığına zarar verebilir. Sendika patronları gibi aktivistler de sonsuza kadar temsilci ve arabulucu rolünü taşırlar. Mücadelelerinde başarılı oldukları, ilerleme kaydettikleri halde sendika liderleri de kendi işçilerine karşıt olabilirler, çünkü bu ilerleme ve başarı onları işsiz bırakır. Aktivistlik rolü de değişimin tehdidi altındadır. Devrim ya da bu doğrultudaki herhangi bir hareket aktivistleri rollerinden mahrum edeceği için altüst edici bir durumdur. Herkes devrimci olurken siz bu kadar özel insanlar olamazsınız değil mi?

Oynamak
Peki neden aktivistler gibi davranıyoruz? Basit ya da korkakların seçimi olduğu için mi yoksa? Aktivist rolünü oynamak kolaydır, çünkü bu rol bu topluma uygundur ve toplumu zorlamaz -aktivizm uyuşmazlığın kabul edilen bir biçimidir. Aktivistler olarak yaptıklarımız kabul edilemez ve illegal olduklarında bile, bir tür iş olan aktivizmin kendi biçiminin bizim psikolojimize ve yetiştirilmemize tam olarak uyduğunu söyleyebiliriz. Aktivizmin belli bir çekiciliği vardır, çünkü devrimci değildir.

Artık şehitlere ihtiyacımız yok
Hem aktivist hem de militan rolünü özümsemenin anahtarı kendinden fedakârlık yapmaktır -kendinden ayrı olarak gördüğün bir şey için kendini feda etmek. Bu elbette gerçek devrimci eylem ile değil, kendini abartmak ile ilgilidir. Devrim şehitliği, kişinin kendi hayatından apayrı gördüğü ‘neden’lerle özdeşleşmeyle ilişkilidir. Kapitalizmi kentten dışarıda bir yerde olarak tanımlayan kapitalizm karşıtı bir eylem temel olarak hatalıdır, çünkü kapitalin gerçek gücü/iktidarı işte tam burada, gündelik yaşamımızın tam içindedir. Kapital bir şey olmadığı, şeyler tarafından mediate edilen insanlar (ve dolayısıyla sınıflar) arasındaki toplumsal ilişkiler olduğu için kapitalin iktidarını tekrar tekrar yaratırız.

Elbette 18 Haziran’a katılan herkesin bu role adapte olduğunu ve bununla birlikte kendini feda etmek düşüncesiyle eylediklerini söylemiyorum. Daha önce de söylediğim gibi aktivizm sorunu 18 Haziran eylemiyle daha görünür olmuştur, çünkü bu eylem söz konusu rolleri ve alışılagelmiş işleyişimizi kırmak için bir girişimdi. Burada çoğunlukla üzerinde durulan husus, bir aktivistin oynadığı rollerin neden olabileceği "felaket senaryoları"dır. Bunu, kendi hareketimiz içinde olabildiğince fark etmek, bize hâlâ yapılacak ne kadar çok şey olduğunun işareti olacaktır.

Aktivistler politikayı tekdüze ve kısır hale getirirken, kitleleri de politikadan uzaklaştırırlar, ama aktivist rolü oynamak da aktivistin kendi canına okur. Aktivist rolü araçlar ve amaçlar arasında bir ayrım yaratır: kendini feda etmek, gelecekte aşk ve neşe olacak devrim ile bugünün görev ve rutinleri arasında ayrım yaratmak anlamına gelir. Aktivizmin dünya görüşüne suçluluk ve görev duygusu hakimdir, çünkü aktivist kendisi için değil, kendisinden ayrı bir neden için savaşmaktadır: "Bütün nedenler eşit derecede insanlık dışıdır."

Bir aktivist olarak kendi arzularınızı yok saymanız gerekir, çünkü politik aktiviteniz bu gibi şeyleri "politik" saymayarak kendini tanımlamaktadır. ‘Politikayı’ hayatınızın dışında ayrı bir kutuya koyarsınız. Bir iş gibi... 9-5 arası ‘politika’ yaparsınız, sonra eve gidip başka şeyler yaparsınız. Politika böyle ayrı bir kutuda olduğu için, gerçek dünya pratik kaygılardan zarar görmeksizin varolur. Aktivist de hiç düşünmeden aynı eski rutinler içinde sıkışıp kalarak bir zorunluluk hissiyle devam eder, duramaz ya da düşünemez, ana mesele aktivistin sürekli meşgul olması ve kafasını kalın bir duvara çarparak suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışmasıdır.

Devrimci olmanın önemli özelliklerinden biri de ne zaman duracağını ve bekleyeceğini iyi bilmektir. Maksimum etki için ne zaman ve nasıl mücadele vereceğini, çarpışacağını ve de ne zaman ve nasıl mücadele vermeyeceğini bilmek çok önemlidir. "şimdi bir şey yapmak zorundayız" tavrı suçluluk duygusuyla tıka basa doluymuş gibi görünüyor. Bu tavır kesinlikle bir taktik olamaz.

Militanın ya da aktivistin kendini feda etmesi onların diğer insanlar üzerinde ‘usta’ olarak iktidarlarını yansıtır, tıpkı din kurumunda olduğu gibi ıstırap çekmenin ve dürüstlüğün, doğruluğun bir hiyerarşisi vardır. Aktivist, çok fazla ıstırap ve yoksunluk çekmesinin getirdiği erdemle diğerlerinin üzerinde iktidarının olduğunu varsayar. Aktivist, ıstırap çekme hiyerarşisinde daha az deneyimli olanlar üstünde gücünü kullanmak için ahlaki baskıyı ve suçluluk duygusunu kullanır. Aktivistlerin altta kalmış olmaları diğerlerinin altta kalmalarıyla yan yana durmaktadır, çünkü hepsi bir ‘neden’e köle olmuşlardır. Aktivistlerin yaşamlarını ve yaşama istençlerini engelleyen kendini feda etme politikaları, bitkinliğe ve yaşama karşı duyulan ilgisizliliğe yol açar, böylelikle her şeye karşı olan ilgi de söner. Aktivistler, "yaşama sırtını dönmüş, kendilerini tamamen feda etmiş partizanlardır... dünyevi zevklerden el etek çektikleri için hayatları anlam kaymasına uğramaktadır". Bunu kendi hareketimizde de görüyoruz; biraz oturup iyi vakit geçirme ile oluşturma/güçlendirme/savunma çalışma ahlakının sebep olduğu suçluluk duygusu arasındaki zıtlıkta olduğu gibi ya da bazen aşırı tutkularla ortaya çıkan patlamaların kınanmasında olduğu gibi. Bazen bu kendini feda eden şehit, kendisini feda etmeyen başkalarını gördüğü zaman rahatsız olur ve öfkelenir. Tıpkı dürüst işçinin, beleşçi ve boşta gezenlere öfkeyle saldırmasında olduğu gibi... Aslında bu, sadece onun kendi işinden ve fedakarlık yapmaktan nefret ettiği ve bu yüzden de kendisi sürünürken başkalarının bu kaderden kaçıp eğlendiğini görmekten nefret etmesidir. Aktivist, kendini feda etmekte eşitlik istediği için herkesi kendisiyle beraber mezara sokmak ister.

Eski dinsel kozmolojide şehit mertebesine erişmiş olanlar, cennete giderdi. Modern dünyada ise bu şehitler tarihte yerlerini almak istiyorlar. En çok kendini feda eden, bir rol yaratmakta en başarılı olanlar (hatta daha iyisi diğer insanların da örnek alabilecekleri bir rol yaratmada başarılı olanlar, çevre savaşçıları gibi) tarih içinde bir ödül kazanırlar: burjuva cenneti.

Eski sol, "Kendinizi feda edin kardeşlerim! Dava için, Parti için, Kurulu Düzen için, Birlik için, Ekmek için!" diyerek insanlığı kahramanlığa çağırırdı. Ancak, şimdi bu çağrı iyice üstü örtük hale getirilmiştir: Vaneigem, "genç, solcu radikalleri" kendilerini "davaya, davaların en büyüğüne adadıkları için" suçlar. "Yaratıcı aktiviteler için kullanabilecekleri zamanlarını el ilanları dağıtarak, afişleme yaparak, eylemlerde ya da yerel politikacılarla tartışarak harcıyorlar. Militan oluyorlar, eylemleri bir fetiş haline getiriyorlar, çünkü nasılsa düşünme işini başkaları onlar için yapıyor."

Bunlar bize de tanıdık gelen şeyler, özellikle de eylemleri fetiş haline getirmek. Sol gruplar içinde militanlar, sonu gelmek bilmeyen işler içine girmekte serbesttirler, çünkü lider ya da gurunun her zaman, kabul görmüş ve parti çizgisine paralel, uygulamaya konacak bir teorisi vardır. Doğrudan eylem aktivistleri için bir takım farklılıklar vardır: eylem yine fetiş haline getirilmiştir, ancak bu kez teori ne olursa olsun kaçınılacak bir şeydir.

Kendini feda etme ve görev duygusu üzerinde yükselen aktivistlik rolünün bu unsurlarına 18 Haziran eyleminde rastlanıyor olsa bile çok önemli bir paya sahip oldukları söylenemez. Bizim için daha önemli olan husus ise aktivizmin ima ettiği sıradan insanlarla aramıza koyduğu ayrımdır. İnsanlar kendilerini ‘biz’ olarak bir alt-kültürle ya da klikle özdeşleştirip dünyadaki diğer insanları ‘ötekiler’ olarak karşılarına almaktadırlar.

Yalıtım/Yalnızlık
Aktivistlik rolü aslında bağlı olmamız gereken bütün insanlardan bizi yalıtan bir roldür. Bir aktivist rolünü üstlenmek sizi özel ve farklı olarak insan ırkının geri kalanından ayrı bir yere koyar. İnsanlar bir aktivist topluluğuna gönderme yapmak için birinci çoğul şahıs zamirini kullanmaya eğilimlilerdir (gönderme yapmak için ‘biz’ dediğinde sen ‘kim’ oluyorsun?). Örneğin ne zamandan beri aktivist çevrelerde artık tek bir konu üzerine konuşmamak ve bağlar kurmak konuları pek popülerdir. Ancak "bağlar kurmak"tan çoğu insanın anladığı diğer aktivistlerle ya da kampanya gruplarıyla bağ kurmaktır. 18 Haziran eylemi de durumun bu olduğunu çok açık bir şekilde göstermiştir: temel amaç çok farklı konulardan ve davalardan olabildiğince çok temsilciyi aynı zamanda ve aynı yerde toplayarak kendimizi gönüllü bir şekilde iyi davalar gettosuna sığıştırmaktı.

Aynı şekilde hızlı biçimde gelişen ve yayılan yeni forum ağları da tüm aktivist grupların birbirleriye konuşabilecekleri bir alan yaratmak amacını taşıyordu. Bunu elbette acımasızca eleştirmiyorum, yapılan şeyler elbette ki ileride ortak planlanacak eylemler için bir öngerekliliktir. Ancak önümüze konulan ‘bağlar kurma’ biçiminin de ne kadar sınırlayıcı bir şey olduğunu fark etmemiz gerekiyor. İlginç olan bir diğer nokta da bu toplantılara katılan grupların aktivist gruplar olmak gibi ortak bir noktalarının olması, bundan daha farklı bir şeye açık olmamasıdır. Dünyadaki tüm aktivistleri bir araya getirecek bir bağ arayışı yeterli olmadığı gibi, daha fazla insanı aktivist yapmanın yolunu aramak da yeterli değildir. Bazı insanların düşündüğünün aksine milyonlarca insan aktivist olduğunda devrime daha yakın olacak değiliz. Kimileri, insanların bizler gibi aktivist olmaya ikna edilmelerinin gerekli olduğu ve böylelikle devrimi yapacağımız gibi garip bir düşünceye sahiptirler. Vaneigem, "Devrim, devrim uzmanlarına rağmen ve onlara karşıt olarak her gün yapılır" der.

Militan ya da aktivist, toplumsal değişim ya da devrim uzmanıdır. Uzman, kendi küçük uzmanlık alanına diğer insanları katarak, kendi gücünü arttırır ve böylelikle kendi güçsüzlüğünü fark etmenin acısını yatıştırır. "Uzmanlar başkalarını üye yapmak için kendilerini üye yaparlar.” Tıpkı satış piramidi şemasında olduğu gibi, hiyerarşi kendi kendini tekrarlar: siz katılırsınız, ama amacınız piramidin en altında yer almak değilse, daha fazla insanın katılmasını sağlayarak onların sizin altınızda yer almalarını sağlarsınız, sonra bu yeni katılanlar için de aynen geçerlidir. Rollerin yabancılaştırılmış toplumunun tekrar üretimi, uzmanlarla sağlanır.

Jacques Camatte, "Örgüt Üzerine" (1969) adlı makalesinde çarpıcı bir saptama yapar, politik grupların çoğunun çetelerde/mafyada olduğu gibi grup üyelerinin bağlılıklarının mücadeleden çok grubun kendisine bağlı olma haline geldiğini söyler. Camatte’nin eleştirisi özellikle birçok gruba uygulanabilir, ancak aynı zamanda bu eleştiri genel olarak aktivist mentaliteye de uygulanabilir.

Politik bir grup ya da parti, proletaryanın kendisini ikame eder ve bunların hayatta kalmaları ve kendilerini tekrar üretmeleri en önemli şey haline gelir. Devrimci eylem, parti kurmak ve üye kazanmakla eşanlamlı olur. Grup kendini tek doğruya sahipmiş gibi sunarken, grubun dışındaki herkese eğitilmeye muhtaç olan idiotlar gibi davranır. Yoldaşlar arasında eşit bir tartışma yaratmak yerine, teori ve propaganda arasında ayrım yaparak grubun kendine ait teorisini nerdeyse gizleyip, daha az zeki olan insanları popülist stratejilerle organizasyona katmaya çalışıyoruz. Grubun dışındakilerle ilişki kurarken kullanılan bu sahtekâr yöntem dinsel kültlere ne kadar da benzemektedir: size yukarda olup bitenler hakkında hiçbir zaman bir şey söylemezler.

Aktivist çevrenin solcu gruplar gibi davrandıklarını söyleyerek, burada aktivizmle bazı benzerlikler bulabiliriz. Bütün olarak aktivizm bir ‘çete’nin bazı özeliklerini taşır. Aktivist çetelerin sonu daha fazla aktivist oldukları için çeşitli liberal reformcuları kapsayacak şekilde sınıflar arası bağlılıkların gelişmesidir. İnsanlar kendilerini temelde aktivist olarak düşünürler ve temel bağlılıkları mücadeleden çok aktivizm topluluğuna yönelmiştir. ‘Çete’, daha geniş bir direniş topluluğu yaratmaktan bizi alıkoyan yanılsamalı bir topluluktur. Camatte’nin eleştirisi grup ile sınıf arasında iç ve dış ayrımı yaratmaya karşı bir saldırıdır. Kendimizi aktivist olarak düşünüp, işçi sınıfından ayrı olduğumuz ve onlardan farklı ilgilerimiz olduğunu düşünme noktasına kadar geldik.

Eylemlerimiz, belli bir grubun farklılığını ve ayrılığını onaylamak için değil gerçek bir mücadelenin ivedi olarak ifade edilmesi olmalıdır. Marksist gruplarda teoriye sahip olmak gücü belirleyen en önemli şeydir; bu, aktivist çevrede farklıdır ama çok da farklı değildir: Bilgi, deneyim, ilişkiler, araç gereçler gibi uygun sosyal kapitale sahip olmak gücü belirleyen en önemli şeylerdir.

Aktivizm, bu toplumun yapısını kendi işleyişiyle tekrar üretir: "İsyancı daha yüksek emeller için savaştığını düşünmeye başladığında, otoriter kuralları da teşvik etmiş olur". Bu, önemsiz bir sorun değil, aksine kapitalist toplumsal ilişkilerin tam da temelinde yatan şeydir. Kapital, insanlar arasındaki ilişkileri ‘şeyler’le yürütür. Yabancılaşmanın temel kuralı, kendimizin yarattığı şeylere hizmet etmek için hayatımızı yaşıyor olmamızdır. Bu yapıyı, anti-kapitalist olduğunu açıklayan politikalar adına tekrar üretirsek, daha başlamadan kaybetmiş oluruz. Yabancılaşmış araçlarla yabancılaşmaya karşı mücadele veremezsiniz.

Makul bir teklif
Bu, radikal düşüncelerimize uygun olan bir işleyiş biçimi geliştirmemiz gerektiğine dair bir tekliftir. Bu iş elbette çok kolay değildir ve bu satırların yazarının da buradan başka bir yere nasıl gideceğimize dair çok açık bir kavrayışı yok. 18 Haziran’ın durdurulması ya da karşısında yer alınması gerektiğini söylüyor değilim, aksine 18 Haziran’ın sınırlarımızın ötesine geçmek ve şu anda elimizde olanlardan daha iyisini yaratmak için yapılmış yürekli bir girişim olduğunu düşünüyorum. Ancak, bir şeyler yapmanın antik biçimini kırma girişimi de geçmişle hâlâ sıkı bağlarımızın olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Yazının tümünde yaptığım aktivizm eleştirisi tam olarak 18 Haziran’ı da kapsamamaktadır. Ancak, yukarıda da çerçevesini çizmeye çalıştığım belli bir aktivizm paradigması vardır ve 18 Haziran da bu paradigmayı belli ölçüde paylaşmaktadır. Hangi ölçüde paylaştığı ise sizin kararınıza bağlıdır.

Aktivizm bir bakıma güçsüzlüğün bizi zorunda bıraktığı bir biçimdir. Reclaim the Streets ya da Liverpool liman işçilerinin birlikte yaptıkları eylemlerde olduğu gibi, birden kendimizi radikal politikanın karşılıklı güçsüzlük ve izolasyonun sonucunda ortaya çıktığı zamanlarda bulduk. Eğer durum böyleyse, aktivist rolünü kırmak bizim elimizde olmayabilir. Mücadelenin gerilediği bir dönemde, toplumsal devrim için çalışmayı sürdürenler marjinalize olup özel ayrı bir grup olarak görülebilir, dahası kendilerini böyle görebilirler. Belki de bu, tuhaf ve kaçık olmayacağımız zaman mücadelede genel bir patlama olmasıyla düzeltme kapasitesini taşıyan bir durumdur ve böylelikle herkesin aklında olup bitenleri ortaya koymak mümkün olabilir. Ancak mücadeleyi arttırmak için aktivist rolünü olabildiğince kırmak da zorunlu gibi görünmektedir.

Tarihsel olarak, kapitalizmin dengelerini sarsan ya da ortadan kaldırmaya, onun sınırlarının ötesine geçmeye çok yaklaşmış olan bu hareketler aktivizm biçiminin tüm özelliklerini almış değildirler. Aktivizm temel olarak politik bir biçim, devrimci amaçlar için kullanılan, kendi sınırlarının ötesine geçmeye çalışarak liberal reformculuğa uygun işleyişi olan bir yöntemdir. Kendi içinde aktivist rolü toplumsal devrimi isteyenler için önlerinde duran önemli bir sorunsal olmalıdır.

çev. Murat Yalçınkaya
Kaynaklar:

1) To my knowledge the article has been translated into French and published in Je sais tout (Association des 26-Cantons, 8, rue Lissignol CH-1201 Genève, Suisse) and in Échanges No. 93 (BP 241, 75866 Paris Cedex 18, France). It has been translated into Spanish and published in Ekintza Zuzena (Ediciones E.Z., Apdo. 235, 48080 Bilbo (Bizkaia), Spanish State). It has been republished in America in Collective Action Notes No. 16-17 (CAN, POB 22962, Baltimore, MD 21203, USA) and in the UK in Organise! No. 54 (AF, c/o 84b Whitechapel High Street, London E1 7QX, UK). It is also available on-line at: http://www.infoshop.org/octo/j18_rts1.html#give_up andhttp://tierra.ucsd.edu/~acf/online/j18/reflec1.html#GIVE If anyone knows of any other places it has been reproduced or critiqued, I would be grateful to hear of them, via Do or Die.

2) Squaring up to the Square Mile: A Rough Guide to the City of London (J18 Publications (UK), 1999) p.8

3) 'Direct Action: Six Years Down the Road' in Do or Die No. 7, p.3

4) Raoul Vaneigem - The Revolution of Everyday Life, (Left Bank Books/Rebel Press, 1994) - first published 1967, pp.131-3

5) 'The Day they Drove Twyford Down' in Do or Die No. 1, p.11

6) 'Personality Politics: The Spectacularisation of Fairmile' in Do or Die No. 7, p.35

7) Op. Cit. 4, p.128

8) Op. Cit. 4, p.107

9) Op. Cit. 4, p.109

10) Op. Cit. 4, p.108

11) Op. Cit. 4, p.109

12) Op. Cit. 4, p.111

13) Op. Cit. 4, p.143

14) Jacques Camatte - 'On Organization' (1969) in This World We Must Leave and Other Essays (New York, Autonomedia, 1995)

15) Op. Cit. 4, p.110

Kaynak: Do or Die

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlar da ilginizi çekebilir: