9 Şubat 2011 Çarşamba

Gülen Hocaefendinin 'komünizm' cahilliği


Bir taraftan dünya ekonomik krizi, bir taraftan yükselen isyan dalgaları, yerel iktidarların korkulu rüyası olmuş durumda. Özellikle Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun kaynadığı, Müslüman ülkelerde sınıfsal temelli isyan dalgalarının yaşandığı şu günlerde bir kitap raflarda yerini aldı. Kitap, tren istasyonlarında, metrobüs duraklarında, billboardlarda reklam afişleri olan Fethullah Gülen’e ait. Kitabın adı ‘Çizgimizi Hecelerken’. Sayfalarını çevirirken basit dili, yüzeyselliği ve çarpıtmalarla dolu birçok noktayı görmemek mümkün değil. Kitabın böylesine sıcak bir gündemde piyasaya çıkmış olmasını tesadüf saymak çok safça bir yaklaşım olurdu herhalde. Çünkü kitabın ciddi bir bölümü sosyalizm ve İslam’ın karşılaştırılmasına, devrimlere, toplumsal isyanlara ayrılmış durumda. Toplumsal anlamda çok güçlü bir yere sahip olan cemaat üyeleri bu kitapla, gelişecek isyan dalgalarına karşı dikkatli olmaya ve o çok sevdikleri otoritenin karşısında boyun eğmeye çağrılıyorlar. Kitap aynı zamanda, son dönemlerde sıkça tartışılmaya başlanılan İslam ve sosyalizm konusuna da eğiliyor. Bu tartışmaya bakın Hoca Efendi nasıl noktayı koyuyor. “İslam’ı bu tür müesseslere bağlama, onun içinde mütalaa etme İslam’ın ilahi vahye dayanmasını hafife alma anlamına geleceğinden biz o mülahazalardan uzak duruyoruz.

Hâsılı, İslam içtimai yönü itibariyle sosyalizmin çok önünde ve ilerisinde olarak, topyekûn insanlığın huzur ve saadetini, devletin otoritesini, askeri yapının sağlamlığını tekeffül etmiş bir dindir. Bu hususiyetin İslam sosyalizmi olarak tavsif edilmesi ise kesinlikle doğru değildir.” (s.107)

Soru cevap şeklinde hazırlanmış olan kitaptan alıntılarla devam edelim.

“ Soru: Bilhassa son asırlarda insanlık âleminde büyük karışıklıklar ve ihtilallar olmuştur. Bunları meydana getiren içtimai hastalıklar nelerdir?

Cevap: Bu tür karışıklıkların başında inanç sakatlığı, din adına şüphe ve tereddütler gelmektedir.

Diğer bir husus işçi-işveren münasebetlerindeki aksaklıklardır. İşveren, çıkarcı, bencil, hodbin, her şeyi kendi menfaatine göre planlıyorsa yukarıdan aşağıya doğru mütemadiyen zulüm, tahakküm, istismar ve istibdat; aşağıdan yukarıya doğruda hürmetsizlik, saygısızlık ve isyan duygusu yükselecektir. Tabii bu arada orta sınıf eriyecek, sınıflar arasında açılma, daha sonraları da şiddetli vuruşma ve sürtüşmeler meydana gelecektir ki bunun temelinde de yine maneviyatsızlık, hakka saygısızlık, hak sahibine hakkını vermeme ve Allah huzurunda hesap vereceğine inanmama gibi hususlar söz konusudur.” (s.111, 112)

Dinin, egemenliğin payandası haline getirilmesinin en güzel örneklerini sergiliyor Hoca Efendi. Bakın 12 Eylül öncesinin komünizmle mücadele derneklerinin has militanı Hocamız, Rus devrimi üzerine neler söylüyor:

 “Komünizm 1917 yılında Rusya da bir zümre tarafından ilan edilmişti ki, aynı zamanda ona Bolşevizm de denir. Çünkü o dönemde bir Bolşevikler ve birde Menşevikler diye iki grup vardı. Bunların her ikisi de radikal değişim peşindeydi. Ancak Bolşevikler Menşeviklere –şimdi birbirlerine dedikleri gibi- biraz daha revizyonist nazarıyla bakıyorlardı. Bolşevikler işçi ve daha sonraki unvanıyla Kızıl Orduyla ittifak ederek ihtilalı yaptılar. Haddizatında başında Troçki ve Lenin’in bulunduğu bu yapılaşma bir komünist hareketti. Ancak bununla yetinilmedi; ihtilaldan az sonra birinci enternasyonal yapıldı; bu yeterli bulunmayarak ardından ikinci enternasyonal, daha sonra üçüncüsü… Ve böylece enternasyonaller sürüp gitti.”

İhtilaldan az sonra kuruldu dediği birinci enternasyonal 1864 yılında, yani Rus devriminden 53 yıl önce kurulmuştu. İkinci enternasyonal ise 1889 yılında yani devrimden 28 yıl önce kurulmuştu. Hoca kitabını kaleme almadan önce en azından internete girip de şu enternasyonallerin tarihlerine baksaydı bizde onun bu cahilliğini anlatmış olmazdık. Yıllarca ne olduğunu bile anlamadıkları değerlere karşı mücadele verdiler ve bunun karşılığını da emperyalizmden fazlasıyla aldılar ve almaya devam ediyorlar. Kitabın çıktığı bu günlerde Fethullah Gülen, ABD’nin Teksas eyaleti Senatosu, tarafından global barış ve anlayışa katkılarından dolayı takdire şayan görüldü. 12 Eylül öncesi ABD ile yapılan silah kardeşliği hem AKP’nin hükümet olmasını, hem de Gülen hareketinin ABD açısından Müslüman ülkelere alternatif olarak gösterilmesini beraberinde getirdi. Neo-liberal politikalarla birlikte sömürüyü hat safhalara çıkarması, uluslararası sermayenin çıkarlarını halkın ve emekçilerin çıkarlarının önüne koyması ve bunu yaparken de, dini bir araç olarak kullanması emperyalizmin daha iyisini bulamayacağının göstergesidir. “Demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü” yalanı da bu işin cilasıdır.

Kürt halkının oylarıyla seçilmiş temsilcilerin tutuklanması, sosyalist parti yöneticilerinin tutuklanması, özelleştirmenin ve yoğun sömürünün mağduru olan emekçilerin sokağa çıktıklarında şiddete maruz kalmaları, parasız eğitim diyen öğrencilerin şiddete maruz kalmaları, sanatçıların yaptıkları konuşmalardan dolayı hapse atılmaları, vb. vb.

İşte ‘demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü.’

Neo-liberal politikaların ve her türden muhalefetin şiddetle bastırılmasının en vahşi uygulayıcısı AKP hükümeti, bizim liberallerimiz tarafından ‘samimi demokratik adımlar’ attığı için destekleniyor. Fincancı katırlarını ürkütmeme adına, hükümetin işçi-emekçi düşmanlığı, en demokratik eylemleri dahi şiddetle bastırma tutumu, hiçbir eleştiriye tabi tutulmazken üniversite öğrencilerinin eylemlerini ‘düşünce özgürlüğüne saygısızlık ve faşistlikle’ suçlayabiliyorlar. Üstelik bu ‘yeni düzen’ destekçilerinin ciddi bir kısmı kendilerini sosyalist ve Marksist addediyor sürekli olarak medyada yeni solun nasıl olması gerektiği üzerine yapılan tartışmalarda başı çekiyorlar.

Bugün sosyalist ve devrimci mücadelenin seyri yeni gladıo yapılanmasının da seyrini belirliyor. Bu noktada kontrgerilla bir vitrin değişikliğine gidiyor. Özünde değişen hiç bir şey yok, sadece görüntü değişikliği. Polisin eylemcilere dönük sert müdahalesi ekranlarda sürekli gördüğümüz bu ‘uzmanlar’ tarafından polisin moralinin bozuk olmasına dayandırılıyor. Polisin neredeyse güçlü bir ordu konumuna getirilmiş olması, çok ciddi görevlere ve ayrıcalıklara tabi tutulmaları ise bu ekranlarda tartışılmıyor. Yaklaşık 250 bin kişilik polis ve bir o kadar özel güvenlikçinin varlığı, gücü ve bunların toplumsal mücadelelerde oynayacakları rolleri sorgulanmıyor-görmezden geliniyor. Bu noktada yasal siyaset yürüteceğini söyleyen Hizbullah militanları görev yerleri olan doğu güneydoğu illerine, Kürt hareketine alternatif güç olarak gönderildiler. Şimdilerde dillendirilir oldu, acaba Ortadoğu’da ki ayaklanmalar bir domino etkisi yaratırda bize de uğrar mı diye. Korkunun ecele faydası yok ama bu isyanlar- devrimler Türkiye’yi teğet geçmez ise siz o zaman görün demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü.

NOT

 1- Bir dönem kontrgerilla faaliyetleri içerisinde yer almış birçok ismin, emekli olmuş emniyet ve ordu mensuplarının özel güvenlik şirketleri var ve birçok üniversitenin ‘güvenliği’ bunlar tarafından sağlanıyor. Örneğin bir dönem Veli Küçük’e ait olan özel güvenlik şirketlerinden biri bazı üniversitelerin güvenliğini sağlamakla görevlendirilmişti.

Bir dönemin MİT İstanbul eski bölge müdürü olan ve birçok gladyo tetikçisi ile bağlantısı olan Nuri Gündeş de özel güvenlik işinde.





kaynak: birgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bunlar da ilginizi çekebilir: